Osmanlı Devleti, farklı din ve milletlere mensup çeşitli unsurlar arasında sağlam bir ahenk tesis etmiştir. İlme, sanata ve insanlığa asırlarca faydalı olmuştur. Geniş insan toplulukları nezdinde sosyal adaleti kurmakla dünya tarihinde, kudretli ve cihanşümul bir siyasi varlık göstermiştir.
Endonezya'dan İspanya'ya, Kırım'dan Yemen'e kadar Müslüman milletlerin hamiliğini yapan Osmanlılar, daima mazlumların yanında yer almışlar, fetih ettikleri yerlere, hizmetin en üstününü götürmüşlerdir. Fethettiği yerlerdeki insanlar hangi dinden, hangi ırktan olurlarsa olsunlar kimseyi aç ve açıkta bırakmamışlar, herkese giyecek ve barınak temin etmişlerdir. Bu sebeple, Hristiyan alemi, atalarımız Osmanlı Türkü'nü daima kurtarıcı olarak karşılamıştır.
Osmanlı sultanlarının idealleri, kendi tabirleri ile
''Nizam-ı alem'', ''i'lay-ı kelimetullah'' ve
''Kızılelma'' fikrinde toplanıyor ve devletin hikmet-i vücudu; milli, İslami ve insani esaslara bağlı bir cihan hakimiyeti düşüncesine dayanıyordu.
Osman Gazi'nin;
''Gayemiz kuru bir cihangirlik davası değildir'' şeklindeki son sözleri, bütün sultanlara rehber olmuş, bu vasiyetten ayrılmamak için gayret sarfetmişlerdir.
Osmanlı sultanları vatanı ve milleti her şeyin üstünde tutarlardı. Tebaalarını kendi evladı kabul etmişler, onların dünya ve ahiretlerini kurtarmayı kendilerine en büyük gaye edinmişlerdi. Pir-i fani olmuş, yarım yüzyıl devlete hükmetmiş bir cihan padişahı olan Kanuni Sultan Süleyman'ı hasta hasta sefere çıkartan işte bu gaye idi.
Osmanlı padişahları salih, dindar kimselerdi. Bütün ihtişamlarına rağmen Cenab-ı Hakk'a kullukta, O'na ibadette kusur etmemekte azami dikkat gösterirlerdi. Yavuz Sultan Selim Han'ın, ölüm döşeğinde kendisine; ''Şimdi Allah'la olmak zamanıdır'' diyen lalasına;
''Lala, Lala! Sen şimdiye kadar bizi kiminle sanırdın?'' demesi bunun en güzel ispatıdır.
Ama şu var ki, insanlar gibi devletler de doğar, en olgun seviyesine varır ve yıkılırlar... Osmanlı da böyle oldu; dört yüz çadırdan ihtişamlı bir cihan devleti doğdu, büyüdü, yirmi milyon kilometre karelik bir coğrafyayı vatan yaptı, medeniyetlerin en güzel ve en üstününü kurdu ve bu kemal noktasından yavaş yavaş zeval çizgisine doğru yürüyüp 20.asrın başlarında tarih sahnesinden çekildi.
Yedi asırlık ömrü ve neredeyse dört asra yakın dünyanın süper gücü olma vasfını devam ettiren Osmanlı İmparatorluğunun toprakları üzerinde bugün elliye yakın devlet bulunuyor.
Bu devletlerin büyük bölümü günümüzde dahi siyasi istikrarsızlık ve sosyal çatışmalarıyla gündemi meşgul etmektedir. Bu itibarla Osmanlının huzur ve mutluluk dönemi ile günümüz dünyasını mukayese edenler, ''Osmanlı gitti huzur bitti'' diyerek çok çarpıcı bir tarzda farkı yansıtmaktadırlar.
Devlet-i Aliyye - Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar 2Halil İnalcık Devlet-i 'Aliyye'nin ilk cildinde, Osmanlı Devleti'nin bir beylikten güçlü ve köklü bir imparatorluğa dönüşümünün öyküsünü konu ederek geniş kitlelere ulaştı. Okuyucuların merakla beklediği ikinci cildin konusu, imparatorlukta padişahlık otoritesinin yok oluş sürecinde çeşitli odakların iktidarı ele geçirmek için verdiği mücadele…
Halil İnalcık, dönemin tarihçilerinin "tagayyür ve fesad", yani bozuluş ve kargaşa olarak adlandırdıkları bu durumu, o çağın kaynaklarından ve az bilinen arşiv belgelerinden de yararlanarak günümüz okuyucusu için anlatıyor, yorumluyor.
(Tanıtım Bülteninden)
Devlet-i Aliyye - Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar Köprülüler Devri 3Devlet-i 'Aliyye'nin birinci cildi Osmanlı Devleti'nin bir beylikten Balkanlar ve Ortadoğu'ya hükmeden güçlü bir imparatorluğu dönüşümünü konu alır. İkinci cilt ise padişah otoritesinin zayıfladığı ve yok olduğu 17. Yüzyılın ilk yarısındaki iktidar mücadelesini inceler ve Köprülü Mehmed Paşa'nın mutlak bir otoriteyle veziriazamlığa gelmesiyle sonlanır. Devlet-i 'Aliyye'nin üçüncü cildi, merkezi devlet otoritesinin yeniden kurulduğu Köprülüler dönemini mercek altına alıyor. Bir yandan bu dönemde yaşanan mâli krizi Avrupa'da yaşanan Fiyat Devrimi ile ilişkili olarak değerlendirirken, diğer yandan da Orta-Avrupa'da Habsburglarla süren uzun iktidar mücadelesini ayrıntılarıyla ele alıyor. Bu büyük meselenin yanı sıra Venedik'le Akdeniz ve Ege'de, Fransa'yla Cezayir'de süren ihtilafları da inceliyor. Mali ve siyasi bunalıma karşı çözüm arayışları ve bu çerçevede yazılan ıslahat layihalarını mercek altına alıyor.
Bu cilt, hem Macaristan'daki bir buçuk yüzyıllık Osmanlı hâkimiyetinin sonunu hızlandıran, hem bu yöredeki en önemli müttefik olan Kırım Hanlığı'yla ilişkilerin kaderini belirleyerek Rusya'nın yeni bir güç olarak bölgede ortaya çıkışının ilk belirtilerinin görülmesine yol açan İkinci Viyana Seferi'yle sonlanıyor.
(Tanıtım Bülteninden)
Devlet-i Aliyye - Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar 4Devlet-i 'Aliyye'nin birinci cildi Osmanlı Devleti'nin bir beylikten Balkanlar ve Ortadoğu'ya hükmeden güçlü bir imparatorluğu dönüşümünü konu alır. İkinci cilt padişah otoritesinin zayıfladığı ve yok olduğu 17. yüzyılın ilk yarısındaki iktidar mücadelesini inceler. Üçüncü cilt ise merkezi devlet otoritesinin yeniden kurulduğu Köprülüler dönemini, Orta- Avrupa'da Habsburglarla süren uzun iktidar mücadelesini, mali ve siyasi bunalıma karşı çözüm arayışlarını ayrıntılarıyla ele alır.
Devlet-i 'Aliyye'nin dördüncü cildi, Osmanlı Devleti'nin geçirdiği askeri ve mali dönüşümü mercek altına alarak başlıyor. 18. yüzyılda güç kazanan âyânların kurduğu düzene karşı merkezi otoritenin yeni yöntem arayışlarıyla devam ediyor.
(Tanıtım Bülteninden)
Fatih Sultan Mehemmed Hanatih Sultan Mehmed üzerine yaptığı çalışmalarını 1950’lerde yayımlamaya başlayan Halil İnalcık’ın yaklaşık altmış yıllık birikiminin yer aldığı bu kitap, Fatih ve devri hakkında monografik bir eser. Fatih Sultan Mehemmed Han, İnalcık’ın daha önce muhtelif dillerde yayımlanmış makalelerinin yanı sıra yeni yazılarını da içeriyor.
Kitabın birinci bölümünde, Osmanlı ve Bizans (1302-1453) ilişkileri ve İstanbul’un fethi ele alınırken, fetih sonrası idare ve kurumlara dair yeni düzenlemeler, dönemin arşiv belgeleri ve kanunnameler ışığında inceleniyor. Ayrıca Fatih dönemi mâliye idaresi ve imparatorlukta rayiç olan meskukat üzerinde durulurken, birinci elden kaynaklar detaylı bir şekilde tahlil ediliyor. İkinci bölümde ise, İnalcık’ın ilk defa bu eserde yayımlanacak olan yazıları da yer alıyor. Halil İnalcık’ın “Fatih Sultan Mehmed” hakkında kaleme aldığı bu kapsamlı çalışma, zengin bibliyografyasıyla da araştırmacılar için eşsiz bir kaynak niteliğindedir.
(Tanıtım Bülteninden)
Osmanlı Tarihinde Efsaneler ve GerçeklerBUGÜNE KADAR OSMANLI TARİHİNE DAİR OKUDUKLARINIZIN ÇOĞU BİRER EFSANEYDİ...
Osmanlı tarihinin kaynaklarına inildiğinde birçok abartılmış olay ve efsanevî şahsiyet görmek mümkün. Bu durumda okurlar şu soruyu sormakta çok haklı: “Kaynakları bile böyleyse, biz kendi tarihimizi nasıl öğreneceğiz?” İşte bu soruya cevap verebilmek için Osmanlı tarihçiliği konusunda tüm dünyanın parmakla gösterdiği Halil İnalcık, özel olarak araştırdığı 18 konuya özel bir dosya hazırlar ve bu dosyaya şu ismi koyar: Osmanlı Tarihinde Efsaneler ve Gerçekler.
Halil İnalcık kitabına Anadolu’nun Türkleşmesi sürecinde Rumlarla olan irtibat, İzmir’i fethedip Bizans’ı ürküten Türk komutanı Çaka Bey, son araştırmalar eşliğinde Ertuğrul Gazi’nin gerçek hikâyesi gibi kuruluş döneminin en önemli sayfalarıyla başlıyor.
Kitabın devam eden sayfaları arasında Çelebi Mehmed’in iktidar yolu, İstanbul Kuşatması’ndaki kritik üç gün, İstanbul’un fethi gibi oldukça şaşırtıcı ve kritik konular mevcut.
Boğazların 800 yıllık tarihi ve İstanbul, Sultan II. Osman’ın katli, iç savaş döneminin en merak edilen şahsiyeti Kösem Sultan, Sultan I. İbrahim’in hal’i ve katli, Osmanlıların Avrupa’da Protestanlığın yayılmasındaki rolü ve son olarak İnalcık’ın Türk Tarih Kongrelerinin değerlendirmesi ile kitap son buluyor.
Araştırmalara özgünlük kazandıran ve birer kanıt değeri taşıyan fotoğraflarla Osmanlı Tarihinde Efsaneler ve Gerçekler’de Halil İnalcık, koca bir imparatorluğu yeniden ayağa kaldırıyor. Bu kitap sayesinde, size öğretilenlerin üzerine daha fazla bilgi koyabilir ya da bildiklerinizin sadece bir efsaneden ibaret olduğunu görebilirsiniz.
(Tanıtım Bülteninden)
Ben, Öteki ve Ötesiİslâm ve Batı'nın iç içe geçmiş tarihinin ana hatlarını ele alan bu çalışma, siyasî, askerî ve toplumsal ilişkilerin yanı sıra , 'ben' tasavvuru, 'öteki' algısı, zaman ve mekân tasavvuru, sembolik dil ve imgeler üzerinden inşa edilen anlamlar dünyasına eğilmeyi hedefliyor. Kitap İslâm ve Batı toplumlarının etkileşim içinde olan ve tedâhül eden tarihlerinin dün ve bugün ifade ettiği anlamları ortaya koymak için tarihten felsefeye, teolojiden sanata uzanan disiplinler arası bir yaklaşımı esas alıyor.
Her 'ben' iddiası bir 'öteki'nin varlığını tazammun ederken, her 'öteki' vurgusu da bir 'ben' tasavvuru inşasını zorunlu kılar. Fakat modern dikotomilerin tersine, bu ayrımı mutlaklaştırarak sonsuz ve sınırsız düşmanlar üretmek gerekmiyor. 'Öteki' üzerinden verilen hükümler, aynı zamanda 'ben' ile, 'biz' ile ilgili tanımlamaların da bir aynasıdır. Bu kitap, İslâm ve Batı ilişkilerini tahlil ederken, arka planda yatan ben-öteki diyalektiğinin izdüşümlerini takip etmeyi amaçlıyor.
"İbrahim Kalın'ın, İslamiyetin hızlı yayılışından beri Avrupa ve İslam ilişkisi, özellikle de Avrupa'nın karşısında Müslüman Türklerin konumu ile ilgili yazdıkları çok ilginç. Kitabın geniş bir kaynak bilgisi var. Bu kitap batı dillerinde Osmanlı dönemi ve modern Türkiye ile ilgili kaynaklar yanında Anglosakson ve Fransızca literatürün başka dillerinden yapılan tercümelerin geniş ölçüde kullanıldığı bir çalışma. Kalın, her tezin etrafında en ince teferruata kadar gidip, onları sıralamada şaşırmadan sunmayı biliyor. Beş yüz sayfalık kitap çok ilgiyle ve yormadan okunabilecek durumda. "
-İlber Ortaylı, Tarihçi Yazar-
"Ne Doğu, Doğu'dur artık; ne Batı, Batı. Bu ikisi artık birleşebilir! Kipling ve Peyami Safa'nın muhayyilesindeki Doğu-Batı'yı hâlâ merak edenler varsa, İbrahim Kalın'ı okusunlar: akıcı ve düşündürücü bir eser."
-Mustafa Özel, İstanbul Şehir Üniversitesi-
"Geleneksel diyalektikte, "İsteseydim sizi tek bir millet yapardım…" ilâhî fermanının karşıt anlamını yakalama gereği olarak öteki ile beraber var olmanın yolları aranırdı. Öteki denilen şey ezilip yok edilecek bir şey değil, ancak kendisi ile yarışılacak bir şeydi. "Âdem'in çocukları birbirinin uzvu gibidir" diyen Sa'dî ve "Varlığı bilmeden kendini bilemezsin. Ve varlığı bilmek Tanrı'nın kendi eseriyle cilveleşmesinin yollarını bilmekse, o zaman ben-idraki bizi varlığa, varlık bizi Tanrı'ya, Tanrı da bizi tekrar ben'e geri getirir" diyen Molla Sadra gibi bilgelerden aldığı ilhamla Doç. Dr. Kalın, geleneksel ontolojinin karşısında yer alan modern zamanların hakim ötekileştirme eylemini sorgulamaktadır. İbrahim Kalın'ın modern ötekileştirmenin aynı zamanda yok etme haline gelmesi sürecini özellikle Müslümanın ötekileştirilmesi eylemi üzerinden okuyan bu mühim çalışmasını herkese tavsiye ederim."
-Mahmud Erol Kılıç, İslam İşbirliği Teşkilatına Üye Ülkeler Parlamentolar Birliği (İSİPAB) (PUIC) Genel Sekreteri-
(Tanıtım Bülteninden)